Haftaya Bakış (263): Cumhur İttifakı'nın geleceği | 19 Mart'ın bilançosu | Kanal İstanbul yeniden gündemde

18.04.2025 medyascope.tv

18 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır:Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız ve Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Gördüğünüz gibi artık programın sponsoru da var. Kemal, yarın 19 Mart krizinin birinci ayı doluyor ve bayağı bir şey oldu, onu hızlıca bir geçelim. Bugünün en çarpıcı haberi, İBB Kültür A.Ş. Genel Müdürü Murat Abbas hakkında verilen tahliye kararı. O da etkin pişmanlığa uygun ifade verdiği için tahliye edildi. Bunun ne olduğu herhalde ortaya çıkar. Ne verdi, nasıl bir ifade verdi, ne olduğu herhalde ortaya çıkar. Şu ana kadar medyada, özellikle iktidar yanlısı medyada ifadeyi görmedim. Önemli bir şey olsa herhalde bize verecekler. Kendisine ev hapsi kararı çıkartılmış. Onun dışındaki tahliye başvuruları reddedilmiş.
Bu arada yarın Yozgat'ta CHP mitingi olacak. Çarşamba günü Beylikdüzü’nde bir miting oldu, izledin mi bilmiyorum. Ben şaşırdım açıkçası. Artık neredeyse bir ay olmuş ve Beylikdüzü’nde yine bayağı insan toplayabildiler. Birazdan ayrıca bahsedeceğiz. Tabii Devlet Bahçeli'nin konumu meselesi var. Ama sonuç olarak, geçen bir aya baktığımızda, açıkçası Erdoğan'ın hesaplarının tutmadığını görüyorum. Bir de dünkü faiz artırımı meselesi var ki o çok önemli. Çünkü bayağı bir geri adım atıldı ve bunun nedeni de tabii ki 19 Mart'ın yarattığı ekonomik sorunlar, özellikle rezervlerin erimesi. Şimdi faiz yükselterek tekrar rezervleri arttırmaya çalışacaklar. Ama uzmanlar bunun aynı zamanda ekonomik durgunluğa yol açacağını söylüyorlar. Hatta bugün iki ayrı kişide gördüm, böyle bir ortamda erken seçim asla olmayacağını, Erdoğan’ın durgunluk olduğu bir dönemde erken seçimi düşünmeyeceği yorumları var. Ama muhalefetin de en önemli iddiası erken seçim. İzlemişsindir, biz Özgür Özel’le bir röportaj https://medyascope.tv/2025/04/16/ozgur-ozel-medyascopeta-chpyi-sokakla-tanistiriyoruz-video/ yaptık. Bu yayında da, Beylikdüzü’ndeki mitingde de çok net bir şekilde, “A planımız da, Z planımız da İmamoğlu” diye vurguladı. Yani bütün seçenekleri reddediyor Özgür Özel. İmamoğlu ve arkadaşlarının tahliyesi ve sandık kurulması… Henüz o noktada değiliz galiba. Ben her ne kadar İmamoğlu’nun tahliye olabileceğini söylesem de, bu fikrime iştirak eden çok insan yok. Ama ilginçtir, birtakım iktidar trolleri bugün ‘’tahliye nasıl olur?’’ diye telaffuz etmeye başladılar. Aslında bunu da tetikleyen herhalde Bahçeli'nin o geçenlerde yaptığı, seninle de konuştuğumuz hikâye. Ne diyorsun, bu 1 ay nasıl geçti?
Kemal Can: Böyle parçalara ayırarak konuşmaya çalışırsak, işin birinci ayağı, Erdoğan'ın, biraz da Bahçeli'nin açıklamalarından da anladığımız, gelen reaksiyonlar karşısındaki bocalamadan da çıkarttığımız sonuç, bunun, biraz aceleye getirilmiş, belki takvim olarak erkene çekilmiş bir hamle bir operasyon olduğuydu. Geçen hafta seninle yaptığımız yayında https://medyascope.tv/2025/04/11/dem-parti-erdogan-gorusmesinden-ne-cikti-video/ da konuştuk; Erdoğan, muhtemelen daha önce de benzer operasyonlardan alabileceği sonuçları, tahmin ettiği sonuçları bekleyerek bu hamleyi yaptı. Neydi onlar? Muhalefet yine karışacak, CHP'nin içi karışacak. Bu kongre meseleleri iyice içinden çıkılmaz bir hâle gelecek, bu moral bozukluğu o ön seçim atağını bozacak ve çok kuvvetli bir reaksiyon veremeyecekler, zayıflıkları görünecek gibi bildik şeyleri hesaplayarak, ön alıcı ve kendi önceliklerini dayatan bir hamle yaptı. Ama bu tahminleri ya da beklentileri karşılık bulmadı. Hatta birçok ters sonuçları da oldu. CHP'nin içini karıştırmak şöyle dursun, CHP bayağı toparlandı. Özgür Özel kurultay kararıyla bir ön alarak hamleye cevap verdi ve ondan pozitif sonuç aldı. Muhtemelen bu operasyon olmasa, ön seçim o kadar etkili olmayacakken hem üyelerin katılımı itibariyle hem destek oyları itibariyle çok güçlü bir karşılık verdi. Çok kısa bir aralıkta olmasına rağmen, 15 milyon küsur kişi gelip orada desteğini gösterdi. Daha önemlisi, senelerdir siyaseti çektiği, siyaseti yasakladığı sokaklar tekrar kendini buldu. Başta tabii ki gençler ve öğrenciler olmak üzere toplumsal muhalefet, Türkiye'nin her yerinde ve ağırlıklı olarak İstanbul'da, önce Saraçhane'de, sonra liselere kadar yayılan, çeşitli kesimlerin çeşitli noktalarda yaptığı protestolarla, iktidarın hem bu hamlesine hem de şimdiye kadar yapıp çok da reaksiyon almadığı bütün uygulamalara çok kuvvetli bir itirazla kendisini hatırlattı, sokaklara çıktı.
Daha önemli olan sonuç, şimdiye kadar yaptığının aksine CHP, bu rüzgârı yatıştırmak ya da bu rüzgârı birazcık yavaşlatmak yerine bu rüzgâra kendisini uydurmuş olması. Birdenbire, kurumsal muhalefetle toplumsal muhalefetin, biraz kendiliğinden, kimsenin özel olarak tasarlamadığı ölçüde, birbirini destekleyen ve besleyen bir dinamik hâline dönüşmesi ortaya çıktı. Biraz önce senin söylediğin gibi hem bu oluşan hava, hem de bu yapılan 19 Mart operasyonunun zeminsizliği, mesnetsizliği, hesapsızlığı, fütursuzluğu karşısında gösterilen reaksiyon, piyasadan ekonomiye pek çok çevreyi de doğrudan etkiledi. Bunlar birtakım reaksiyonlar verdiler. Çok zayıf olmasına rağmen yurtdışında bile bunun bazı yankıları oldu. Bütün bunlar üst üste gelince, Erdoğan'ın hesabı tutmadığı gibi, Erdoğan'ın ve kimsenin öngörmediği başka gelişmeler de oldu. Dolayısıyla, bir aylık sürece baktığımızda, hadisenin ortaya çıkış gerekçeleri ve bunun kurucularının niyetleriyle ortaya çıkan sonuç arasında büyük bir açı var. Ve bu açı çok açık biçimde iktidarın ve özellikle Erdoğan'ın aleyhine. Buna ek olarak, son düzlükte bir de iktidar ortağı Bahçeli dâhil oldu.

Ruşen Çakır:Onu ayrıca konuşacağız.
Kemal Can: Resmin bu çerçevesine bakıldığında, bir aylık süreçte hem toplumun hem de muhalefetiyle siyaset kurumunun, bu mühendislik faaliyetine ya da bu hukuk dışı yahut da anti siyaset hamlesine, şimdiye dek olmadığı kadar kuvvetli bir karşılık verdiğini, şimdiye kadar pek müracaat edilmemiş, gayet hak olan birtakım araçları da kullanarak cevap verdiğini gördük. Şimdi gelinen dengede herkes “Şu anda iktidar ne yapacak, bu öngörmediği gelişme karşısında ya da beklemediği reaksiyon karşısında nasıl bir savunma geliştirecek?” meselesini düşünüp konuşuyor. Bu elbette önemli bir soru, ama muhalefet, artık boykotundan diğer konulara kadar o kadar çok inisiyatifi almış ve etkili olmaya başlamış durumda ki, en az iktidar kadar, hatta çoğu zaman ondan bile daha fazla, “Muhalefet ne yapacak?” sorusu kamuoyunun gündeminde. Bu bir ayın toplam bilançosuna baktığımızda, bir ay önce birçok insan için dengenin başka türlü tarif edildiği bir siyasi tablo, neredeyse ters yüz olmuş durumda. Şimdi yavaş yavaş anketlere yansıyan araştırmalar da çıkıyor.

Ruşen Çakır:Tam da onu söyleyecektim. Orada şöyle bir husus var, çok ilginç. Birbirinden farklı anketlerin hepsinde CHP'nin bayağı bir oy artırdığı, ama AKP'nin de oy arttırdığı ve o kalabalık olan kararsızlarda bir erime olduğu görülüyor. Kararsızların önemli bir kısmı biliyorsun daha önce AKP’ye oy vermişlerdi. Onların bir kısmı, bir kriz anında muhtemelen tekrar AKP’nin yanında olmak istiyorlar gibi bir durum var. Özgür Özel'e sorduğumuzda da, AKP'den de oy aldıklarını söylüyor. Ama esas olarak, CHP diğer muhalefet partilerinden, İYİ Parti gibi partilerden daha çok oy alıyor. Yerel seçimde, yerel seçim dinamikleri işlediği için CHP’nin normal oyunun üzerinde oy aldığı söyleniyordu. Şimdi %37'ye yaklaşan, hatta bazılarına göre o yüzdeyi aşmış bir oy var, ama bu, yerel seçim değil genel seçim oyu.
Bir diğer husus da çok çarpıcı. Benim gördüklerimden ve konuştuklarımdan hareketle, eğer İmamoğlu cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olursa, ilk turda olmasa bile ikinci turda rahat kazanıyor. Mansur Yavaş olsa da kazanıyor. Yani cumhurbaşkanlığı adaylığında Erdoğan'ın şansı çok yokmuş gibi gözüküyor. Bu da 19 Mart'ın yarattığı havayla doğrudan ilgili bir şey. Özellikle, yapılan popülerlik ya da görev onayı ölçümlerinde, İmamoğlu’nun, Mansur Yavaş karşısında onunla olan arayı iyice kapattığını söyleyenler var. Yani bu hamle bir anlamda hem CHP'yi hem de İmamoğlu'nu çok güçlendirdi. Erdoğan’ın kazançları, kendisine mesafe koymaya niyetlenen seçmenden bir kazanç. Ama MHP'den bir miktar seçmenin AKP'ye geçtiği söyleniyor, ama MHP'nin oyu da çok kötü durumda değil. Ama şöyle bir şey var: Yüzde 30 civarında iki partili bir sistem var. Onun dışında, %7-8 civarında iki parti;  DEM ve MHP var. Diğerlerinin oyları çok düşük. Sonuç olarak bu sreç CHP'nin bir şekilde parti olarak çok öne çıktığı bir süreç oldu.
Kemal Can: Evet, ama şunu unutmamak lazım. O dediğin, AKP'nin çok küçük toparlanması ya da düşünüldüğü kadar büyük erime yaşamaması, daha çok kararsız seçmen içerisinde bir hareketliğin oluşması çok şaşırtıcı değil, beklenen bir şeydir. Hatta siyasi atmosfer sertleştiğinde, elbette ki o meşhur konsolidasyon dinamikleri çalışır ve bunun iktidar tarafında da çalışması çok şaşırtıcı olmaz. Ama zaten 19 Mart hamlesi oyunu arttırmaya dönük bir hamle değildi. Zaten Erdoğan’ın n, bunun CHP'nin içerisinde bir reaksiyon yaratacağını ya da şimdi anketlerde, araştırmalarda çıktığı gibi bu hadisenin kamuoyunda neredeyse %60'lar, %70'ler seviyesinde haksız bulunmasını yahut da İmamoğlu'nun tutuklanmasına onay verilmemesini tamamen öngörmemiş olmadığını düşünüyorum. Bu 19 Mart hamlesi Erdoğan'ın oyunu arttırmak için yaptığı bir hamle değildi, tam tersine karşı tarafı zayıflatmak için yaptığı bir hamleydi. 19 Mart hamlesini yapınca kendi oyunun artmayacağını, hatta bir miktar tepki kaybının yaşanacağını… Şimdi ilk anketlerde çok çarpıcı bir kopma görmüyoruz ama önümüzdeki günlerde bu sürecin nasıl evrileceğine bağlı olarak, sonraki araştırmalarda trendi daha net görebileceğiz. Ama biraz önce konuştuğumuz gibi, öngörülemez sonuçların ortaya çıkması, yani o bir ayın bilançosunun, Erdoğan'ın muhtemel reaksiyonlar ve kayıplar konusundaki öngörüsünü aşacak seviyelere varmış olması tabii ki büyük bir risk içeriyor.
19 Mart hamlesi siyasi aritmetiği etkilemekten çok, siyasi aritmetiği önemsizleştirmeye dönük bir hamleydi. Aslında 19 Mart, ‘’sizin adayınız çok destek alıyor olabilir, ama ben sizin adayınızın önünü siyaset dışı yöntemlerle keserim, çok da bir şey yapamazsınız’’ demekti. O yüzden de CHP'nin buna ‘’darbe’’ demesi, seçilecek bir sonraki cumhurbaşkanını engelleme çabası denilmesi, şimdi imza kampanyasıyla ‘’adayımızı dışarıda, sandığı önümüzde istiyoruz’’ sloganı hep bunlara işaret ediyor. Çünkü 19 Mart hamlesi, siyasi destekleri değiştirmeye dönük bir hamle değildi. Tam tersine, siyasi desteği önemsizleştirecek ya da siyasi desteği siyaset dışı araçlarla etkileyebilecek bir gücü gösterme hamlesiydi. Ama hem bu gücü gösterememesi hem bunu kamuoyunda bir iknaya çevirememesi, hem iddialara göre bazı hamleleri yapmaktan geri durmak zorunda kalması, hem de karşısında çok kuvvetli, bu güç gösterisinin neredeyse dengi, hatta kimi zaman onun üstünde bir tepkinin doğmuş olması, bence bu hesapları değiştirdi.
Önümüzdeki süreçte, tıpkı 2024 yerel seçimlerinde olduğu gibi, muhtemel bir iktidar değişikliğine daha çok umutlanmış bir seçmen reaksiyonuna çevrilebilirse, CHP kendi iddiasının arkasını doldurabilecek rüzgârı devam ettirebilirse, o zaman, şimdi çıkan tablodaki aritmetik, ana aktöre, yani CHP'nin önde olduğu ve orada toplandığı bir sürece doğru ilerleyebilir. Buna karşılık, iktidarın direnme gücü ise bu 19 Mart'ın şu anda kontrol edemediği ve hâlâ bocaladığı hasarını dengeleyecek birtakım hamleler yapmasıyla ortaya çıkabilir ancak. Burada iki seçenek var. Birincisi, senin taraftarı olduğun gibi, bu hasarı geri adım atarak bir tür taktik geri çekilmeyle ya da bir çıkış planı arayarak yapması olasılığı. Diğeriyse, eksik kalan güç gösterisini devam ettirip ya da bu zorlamaya devam edip, muhalefetin takatten düşmesini yahut da kararlılığında bir gevşeme olmasını ummak. 

Ruşen Çakır:Yani yeni turplar, heybeler…
Kemal Can: Buradaki tartışmada Bahçeli'nin o çıkışı önemli.

Ruşen Çakır:Evet o konuya gelelim. Benim anladığım kadarıyla Bahçeli şu hâliyle dosyadan tatmin olmamış. Öyle olmuş olsaydı, net bir şekilde, ‘’cezası neyse bir an önce verelim’’ gibi bir hava olurdu. Ama sanki daha bir tereddütlü. Nitekim Ekrem İmamoğlu sonra yazdığı uzun metinde, Bahçeli'yi böyle anlayıp, üstü kapalı da olsa ona bir tür işbirliği teklif ediyor. Ben orada Bahçeli’nin bir endişesi olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir endişe; insanlar bu konuda hâlâ ‘’nasıl olur?’’ ama bu Devlet Bahçeli hakkındaki bakışlarından kaynaklanan bir şey. Ben şöyle özetliyorum: Devlet Bahçeli, daha çok kendi bakış açısından devletin bekasını öncelerken, Erdoğan'ın, esas meselesinin iktidarını korumak olması. Aslında bu iki güç pekâlâ birlikte olabilirler, ki oldular. Mesela Fethullahçılara karşı oldular, başkanlık sistemi için oldular. Ama bir yerde geldi ve ciddi bir şekilde tıkandı. Çünkü Erdoğan’ın en büyük gücü, toplumsal destek ya da millet desteğiydi. Erdoğan ne olursa olsun, vakti zamanda 2007 itibariyle %50 almış, bir şekilde toplumsal desteği olan bir partiden bahsediyoruz. Ama şimdi orada işin rengi değişiyor. Erdoğan’ın en büyük artısı olan o toplumsal destekte çok ciddi bir erime var. Buna karşılık, ‘’asla şunu aşamaz, bunu aşamaz’’ denilen CHP'de, son yerel seçimde gördüğümüz gibi bir güçlenme var. Ve ortada, Erdoğan'ın, bu eriyen toplumsal desteği yeniden tazelemek, güçlenmek, tekrar %40'lara gidebilmek için özellikle ekonomiden dolayı yapabileceği çok fazla bir şey olmadığı için, bence Bahçeli orada tereddüt ediyor.
Tekrar o konuya gelecek olursak: Büyük ihtimalle düşünülen şuydu: On dokuz Mart'ta öyle bir hamle olacak ki, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları kimsenin suratına bakamayacak, başları eğik olacak ve olay başlar başlamaz, “Zaten görüyorsunuz” denilerek, tereddütsüz kapanacak bir şekilde ve buna bağlı olarak, muhalefetin kendi içerisinde, Özgür Özel'in iktidarını kaybetmesi gibi sonuçlar olacak. Yani iktidarı güçlendirmenin yolu, muhalefeti zayıflatmakta gören bir düşünceydi. Ama ortaya tam tersi bir olay çıktı. İktidar zayıfladı, muhalefet güçleniyor. Bahçeli her şeye rağmen kendisini Erdoğan'la yola devam etmek zorunda hissetmeyebilir.
Günlerdir, soran eden birbirinden farklı birçok insana hep 2002 örneğini veriyorum. 2002'de Devlet Bahçeli ülkeyi erken seçime götürdüğünde, barajın altında kalma ihtimalini düşünmedi mi? Hayâl kırıklığına mı uğradı %10'un altına düşünce? Hayır, pekâlâ düşündü. Ama orada sanki Ecevit'i bıraksan, o üçlü iktidar belki gidebildiği kadar gidecekti. Bahçeli, iktidarın devleti artık bir yere taşıyacağını düşündüğü için kestirip attı, değil mi? Çin'de miydi neydi, oralardan yapmıştı açıklamayı, i ve herkes neye uğradığını şaşırdı. Bir bildiği var denildi, bir baktık Bahçeli yok oldu, AK Parti tek başına iktidara geldi. Bunları öngörmüş olamaz. Büyük bir ihtimalle koalisyon bekliyordu. Ama sonuçta, o yürümeyen, ayak bağı olan, beka sorunu olan hükümeti dağıttı. Şimdi buradaki meselede de CHP ile birlikte iş yapmak için ya da iktidarın CHP'ye kalması için çok hevesli olduğunu düşünmüyorum. Ama bir yerde, AK Parti'nin ve Erdoğan'ın bu işi daha fazla yürütemeyeceğini ve ekonomik fatura bir yana, bunun çok ciddi faturaları olacağını gördü. Toplumsal fatura da öyle. Birdenbire yüz binlerce kişi sokaklara çıkıyor, değil mi? Ve bu pekâlâ devam da edebilirdi. Polisin müdahalesi çok daha şiddetli olsa ya da o süre içerisinde yeni birtakım turplar çıksa, bayağı bir yere de gidebilirdi.
Benim gördüğüm kadarıyla, Bahçeli'nin burada en büyük kaygısı, bu olayın, Erdoğan'ın iktidarını devlet eliyle kullanma, yargı eliyle teminat altına alma meselesinin artık sorun çıkarttığını düşünüyor olması. Türkgün’deki o ilk yazısında adalet vurgusu ne kadar güçlüydü. Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını isteyen bir Devlet Bahçeli'den bahsediyoruz. Sokağa çıkanlar tam da ‘’hak, hukuk, adalet’’ diye bağırıyor. Şimdi Devlet Bahçeli, tekrar bir hukuk devletinden şundan bundan bahsediyor. Tabii ki bu bugünden yarına olabilecek bir şey değil. Özgür Özel'in bu konuda bugün BirGün gazetesine verdiği bir röportaj https://www.birgun.net/makale/chp-lideri-ozgur-ozel-19-mart-sonrasi-sureci-degerlendirdi-halk-yolu-acti-yuruyoruz-616270 var. Gördün mü bilmiyorum? ‘’Devlet Bahçeli'nin tuttuğu ışıktan yürümeyiz’’ gibi söylemleri var. Ama onun bir de başka bir boyutu var, onu da okuyayım. O çok ilginç aslında. Bir yanıyla, ‘’evet’’ diyor. “Bahçeli’nin ifadelerini gazeteciler, siyaset yorumcuları değerlendirsin. Biz Bahçeli'yi demokratik zemine davet ediyoruz. Biz kendi önümüze tuttuğumuz ışıkla yürüyeceğiz. Bahçeli tutulan bu ışığa katkı sağlayacaksa buyursun gelsin. Biz onun tuttuğu ve istikamet verdiği ışıktan yürümeyeceğiz” diyor. Bence aslında söylediği, ‘Ben sana gelmem, sen bana gel’ Ama ‘’biz asla bir araya gelemeyiz’’ gibi bir çıkış yok, bu böyle bir pazarlık aslında. Ama Ekrem İmamoğlu'nunki çok daha netti. Aynı kelimeleri kullandı, biliyor musun? Belli ki özel olarak seçmiş. Bahçeli'nin ‘’Terörsüz Türkiye’’ gibi tabirlerini kullanmış
Kemal Can: Evet, öyle bir şey var. Bahçeli'nin açıklamasından hemen sonra, aslında bu son söylediğin BirGün’deki röportajdan önce de Özgür Özel’in aslında Bahçeli'ye ‘3T’de buluşma; ‘’Terörsüz Türkiye,’’ Tutuksuz yargılama,’’  ‘’TRT’den canlı yayın’’ çağrısı var zaten. Ama İmamoğlu, senin söylediğin gibi, bunu daha net ifade etti. Bir de bu işin geçmişine baktığımızda, AKP iktidarı döneminde, MHP'nin CHP ile birlikte davrandığı bir sürü hadise var.

Ruşen Çakır:Ekmeleddin İhsanoğlu.
Kemal Can: İşte o en karikatür örneklerinden biri. Ama onun öncesinde, hatta HDP, CHP ve MHP'nin 2014’te güvenlik yasası görüşmeleri sırasında mecliste birlikte davrandıkları gece oturumlarını hatırlıyoruz. Bunlar bir vaka. Ama senin de demin söylediğin gibi Bahçeli’nin pozisyonu meselelerini, başından itibaren AKP ile ilişkisini ve Cumhur İttifakı'nın terkibini ve gerekçesini tartışırken, hep birtakım ön kabuller var. İnsanlar ciddi kronolojik hatalar içeren birtakım ön kabullerle hareket ediyorlar. Cumhur İttifakı'nın doğuşunu, milat olarak 2017 sonrasına ve referandumun sonrasına taşıdıkları için, “Bahçeli zor durumdaydı. Partisinde güçlü bir muhalefet vardı, olağanüstü kongre kararı alınmıştı. Buradan kurtarması için Erdoğan'a gitti ve bu ittifak doğdu” diyorlar. İzleyenler, okuyanlar bilecektir; ben başından itibaren bu tezin çok doğru olmadığını, bu ittifakın doğuş tarihinin Kasım 2015 seçimlerine kadar geri götürülmesi gerektiğini söyledim. Çünkü Haziran seçimi gecesinde Bahçeli'nin erken seçimi işaret etmesi aslında Erdoğan'ı düştüğü yerden tutarak elinden tutarak çıkartmasıdır.

Ruşen Çakır:O geçici hükümete bakan vermedi, değil mi?
Kemal Can: Evet, vermedi ve Kılıçdaroğlu'nun koalisyon önerisini daha birinci akşamında reddedip, yine Kılıçdaroğlu'nun %40-%60 hikâyesini ki o zaman azınlığa düşmüş %40'taki bir AKP'ye karşı, “O %40 - %60 öyle değil” diyerek cevapladı. Dolayısıyla işi oraya kurduğumuzda ki o zaman parti içinde olağanüstü kongre talep eden bir muhalefet hareketi de yoktu, tam tersine bir önceki seçime göre 3 puan artarak %16 seviyesine, 2019 oylarının çok yakınına kadar gelmiş bir MHP vardı ve Bahçeli iki koalisyonun da içinde olabilecek bir politik pozisyon elde etmişti. Siyaseten hiç de zor bir durumda değildi, ama o bir tercih yaptı. Bu tercih de Erdoğan'ı elinden tutup düştüğü yerden çıkartmaktı. Bunun devamı olan hamle, bence Erdoğan açısından da, cemaatle birlikte yürüttüğü devletten parça parça bir şeyler kazanıp iktidarını genişletmek yerine, devletle ortak olarak iktidarını genişletmenin çok daha kolay olduğunu anladığı ya da buna mecbur olduğu bir süreci işaret ediyor. Dolayısıyla işi böyle kurduğumuz zaman, Bahçeli'nin hamlelerini, ondan sonra yapılan başkanlık hikâyesini de, beka davası stratejisini de, Cumhur İttifakı meselesini de bu zeminin üstüne koyabiliriz. Burada Erdoğan, senin söylediğin gibi, bu ittifakın siyasi desteğini, toplumsal desteğini, taban ya da seçmen desteğini sağlamakla görevli olan en önemli unsuru. Fakat başlangıcından bugüne geldiğimizde bu güç, yani iktidardaki asıl ağırlığını oluşturan bu güç ne hâle gelmiş diye baktığımızda, başlangıç noktasında %60 olan iki partili ittifak, bugün toplamda %40'ların altına inmiş durumda. 

Ruşen Çakır:Evet, tam net bir şekilde.
Kemal Can: Daha önemli bir şey söyleyeyim. Seneler öncesinde yine bu ittifakın kurulduğu günlerde, azınlığa düşmüş olsa bile AKP'nin 2015 Haziran ayındaki oyu CHP'nin oyunun iki katından fazla. Daha önce 2,5-3 katı olduğu, zamanlar da var. Birinci parti olmayı bırak, rakibi olan partinin iki katından fazla. Bugün, birinci olup olmayacağı tartışma götürüyor.

Ruşen Çakır:Evet, genellikle gerisinde kalıyor artık.
Kemal Can: Şimdi bu denklemi değiştiren bir şey. Hâlâ çoğunlukta mı, cumhurbaşkanlığı alınabilir mi, alınamaz mı, 50+1 hesapları var. Ama bu bir siyasi resim. Bu resmi bence siyasi aritmetik mantığıyla okumayan, daha doğrusu buna yatkın olmayan bir aktörden, Bahçeli'den bahsediyoruz. Senin de örneğini verdiğin gibi, Bahçeli 2002'de veya daha önceki süreçlerde ve daha sonraki süreçlerin hepsinde çok kritik hamlelerini yaparken, basit, kısa vadeli siyasi aritmetik hesaplarına ve al-ver pazarlıklarına dayalı olarak pozisyon almadı. Biraz daha uzun erimli pozisyon aldı.
Bu 19 Mart meselesine gelişteyse yaşanan şu: Burada bütün bu hikâyeyi süreçle bağlamak lazım, çünkü süreçle bağlı. Hatırlarsan, Bahçeli süreç adımını attıktan sonra, 22 Ekim'de “Öcalan meclise gelsin” diye bir açıklama yaptı. Ama ondan bir sonraki grup toplantısında bir şey daha söyledi: “Bu tablo kaçınılmaz olarak Erdoğan'ın tekrar seçilmesini sağlayacaktır.” Herkes bunu, “Ağzındaki baklayı çıkardı. Bahçeli sürece bundan başlamış, bunu yapmak için, aritmetik için; DEM Parti kandırılacak” diye yorumladı. Ama aslında orada söylediği şuydu: Bahçeli öncelik meselesini Erdoğan'ın önüne şöyle koyuyordu: “Bu beka stratejisiyle, 10 yıldır azınlıkta olan seni iktidarda tutmayı başardık. Ama yeni bir bağlam, yeni bir hikâye üretmek zorundayız. Eğer bu hikâyeye, bu önceliğe uygun davranırsan, bu, zaten senin seçilmeni de sağlar.” Ama Erdoğan Suriye'de son derece yavaş, süreç konusunda son derece yavaş ve nazlı davranırken, 19 Mart gibi bir şeyi öne alarak, bu öncelik sırasını değiştirmeye kalktı ve bundan doğru sonucu alamadı. Erdoğan, ‘’Ben bu süreç işiyle bana dolaylı olarak sonradan gelecek faydayı bekleyemem ya da buna yaslanamam. Ben elimdeki araçlarla bir kere önümü temizleyeyim,’’ hamlesini öne aldı ve bu hamlesi, süreç gibi daha uzun vadede iç ve dış dinamiklerle ilgili önemli bir stratejiyi sıkıntıya soktu. Aslında devletle Erdoğan ittifakından bahsediyorum ya, devlet, Erdoğan'ın sağladığı toplumsal rızayı kullanarak kendi programını uygulamak istiyordu. Erdoğan ise öncelikle devleti kullanarak iktidarını devam ettirmeyi tercih etti.

Ruşen Çakır:Ama o arada toplumsal rıza kaybolunca…
Kemal Can: Evet, şimdi bu denklem bozuldu. Bahçeli, bu denklemin bozulmasını ifade etti. Burada ‘’o sonucu mu işaret etti, böyle yap mı?’’ dedi tartışması tabii ki spekülasyonlara açık. Ama çok açık biçimde, burada bir denklem bozulması var. Yani öncelikler ve denklemin nasıl kurulduğu ile ilgili bir problem var ve bu problemin ortaya çıkardığı sonuç, şu anki tabloda hem süreci riske sokuyor hem de sürecin dolayımıyla iktidarın sağlayabileceği faydaları yani bu iktidarın devamını da riske sokuyor. Erdoğan kendi hamlesiyle iktidarın devamını öncelerken, aslında onu da kendisinden uzaklaştıran bir hamle yapmış oldu. Çünkü öngördüğü sonuçları alamadı, beklenmedik şeylerle karşılaştı. Şimdi önümüzdeki tablo bu. Bu önümüzdeki tabloyu eğer herkes böyle okur ve yine çok yaygın olduğu gibi, ‘’Bahçeli küçük hamleler yapıyor, burada rol paylaşımları var, burada bir mesele yok’’ denilmesine çok şaşırıyorum. Zaten yakın zamana kadar tam tersinden, çatlama teorileri kuranlar, şu anda mükemmel uyumdan bahsediyorlar. Zaten ben o çatlak tartışmaları sırasında da, şimdi de aynı şeyi söylüyorum. Bu, amaçların farklılaşması ya da farklı yerlere gitme niyetini işaret etmiyor. Ama aynı niyet için giden insanlar, aynı parti içerisinde bile iktidar olmak için, farklı stratejiler için kavga eden ekipler görebiliyoruz. Niye iktidar içerisinde bunun olmasını bu kadar zor kabul ediyorlar?
Şu da bana çok inandırıcı gelmiyor: 19 Mart bir ayını doldurdu, 1 Ekim süreci de altı ayını doldurdu. Ben 40 yıldır iyi kötü Bahçeli’yi izleyen bir adamım. Bahçeli'nin 40 yıldır biçilmiş bir rolü 6 aydır oynadığına inanmam çok zor. Ama buna karşılık şunu çok iyi biliyorum: Erdoğan hiçbir zaman kendi yazdığı senaryoların başrolünde olmadı. Erdoğan, birilerinin yazdığı senaryolar için başrole çağrıldı ve başrolü başarıyla oynadı. Avrupa Birliği sürecinde böyleydi, Cemaatle ittifakında böyleydi, beka stratejisi içerisinde böyleydi, hepsinde böyleydi. Bahçeli şimdi “Benim yazdığım rolü oynamıyorsun” diyor.

Ruşen Çakır:Çözüm süreci demişken biraz Sırrı Süreyya’dan bahsedelim.  Bu sabah uğradım hastaneye ama göremedim. Parti karar almış, ziyaretçileri il merkezinde kabul ediyor. Çünkü hastanede çok büyük kalabalık oluyormuş. Zaten sabah yakınları yoktu, ama yine de insanlar vardı. Birtakım düzenlemeler yapılıyor. Özellikle kızı ısrarla, “Durum stabil, ama hayati tehlikesi var” diyor. Çok zor bir süreci geçirdi. Resmen birkaç kere ölümden dönmüş, değil mi? Benim bildiğim Sırrı bunu yener diyorum, ama çok zor olacağını da biliyoruz. Gerçekten olaydan haberdar olup da onun için dua etmeyen çok az insan var, bu da çok çarpıcı. Kötü söz söyleyen mutlaka vardır. Bir de şöyle şeyler var. Mesela A Haber filan da birinci haber olarak veriyormuş Sırrı’nın haberlerini. Bu iyi bir şey sonuçta.
Şimdi isim vermeyelim ama birtakım insanlar çıkıp, “Sırrı ne kadar iyi insan” diyorlar. Ama mesela Sırrı'nın cezaevine girdiği, yani devletin onu tekrar ‘’istenmeyen adam’’ ilan ettiği dönemde, o kişiler devekuşu politikası uyguluyorlardı. Çok acayip, şunu söylemeden edemeyeceğim: Sırrı, devletin kendine düşman belirlediği bir insan, değil mi? Yıllardır böyle. Biz onunla aynı yaştayız, aynı tarihlerde cezaevine girdik. O benden daha fazla yatmış. Ben İstanbul'da, o Ankara'da. Defalarca girdi çıktı. Şimdi bunu çok net söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin içine düştüğü durumdan, yani Bahçeli’nin söylemiyle ‘’devletin bekası’’ durumundan çıkmasında çok kritik önemde rol oynayan bir aktör oldu Sırrı. Bu acayip bir şey. Yoksa Bahçeli niye bu kadar angaje olsun buna? Çok ciddi bir şekilde beka tehdidini gördü. İmamoğlu'nun ona yazdığı açıklamada da o var biliyorsun. O beka için, Öcalan, DEM Parti, çok istemedi ama mecburen Kandil’le iş yapmaya çalıştı. Bu anlamda da Ahmet Türk, Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder gerçekten Bahçeli'nin birlikte ittifak yaptığı insanlar oldular. Bu çok manidar bir şey. Tabii ki onların Kürtler için istedikleri var ama sonuçta eğer bu başarıya ulaşacaksa, devletin bekasını da sağlayacaktır.
Kemal Can: Sırrı’yla, siyasete girmeden çok daha önceden tanışıyoruz. Sırrı’yla çok özel bir dostluğum var ve çok sevdiğim bir insan. Eğer tekrar sağlığına kavuşmasının anahtarı direnmesi olacaksa, o bunu en iyi yapacak insan ve onun direnmesi yetecekse, bu konuda endişe duymamalıyız diye düşünüyorum. Ama senin söylediğin gibi, o özel, kritik, tarihsel bir anda edindiği rolün dışında, Sırrı Süreyya Önder'in, kişiliğiyle, hayat yordamıyla edindiği başka bir pozisyon var. O kritik rol için hangi vasıflarının önemli olduğu bir yana, şimdi onun aleyhinde konuşanlar bile, onun içinde yer aldığı ya da yaptığı şeylere dair bir şeyler söylemekle birlikte, şahsi olarak, onun kendilerine ya da birisine yaptığı bir kötülükten bahsedemiyorlar.

Ruşen Çakır:Cumhuriyet üzere söylediği bazı laflar var.
Kemal Can: Söylediği ya da bulunduğu pozisyonlara dair laf ediyorlar, ama bir insan olarak, bir insanın kötülük yapması ya da onun kötü bir insan olarak tarif edilmesi üzerine hiçbir şey söyleyemiyorlar. Dolayısıyla düşmanları bile saldırırken, adil olmak zorunda kalıyorlar. Bu herhalde bir insanın kendisi için yaratabileceği en önemli şeydir.

Ruşen Çakır:Hele Türkiye gibi bu kadar kutuplaşmış bir ülkede.
Kemal Can: Senin söylediğin meseleye gelince: Ben hep ısrarla Bahçeli’nin bunu bir demokratikleşme bir programı olarak koymadığını söyledim. Hatta süreci güvenlik politikalarından vazgeçmenin yolu olarak da koymadı. Tam tersine, Bahçeli beka davasından vazgeçmedi. Güvenlik bağlamını değiştirerek, beka davasının içerisine bunu yerleştirdi. Hani hep, “Devlet bu güvenlikçi politikalardan vazgeçti. Beka davasını artık rafa kaldırır” deniliyor ya. Hayır, beka davasının bağlamını değiştirdi. Burada çok kısa dönemli basit pragmatik faydaları gören pek çok insan var. Ama bunu fark etmeyenlerden birinin Erdoğan olduğunu gördük bu süreçte. Az önce dediğim gibi, Erdoğan bu süreçte yavaş, 19 Mart'ta hızlı davranarak bunu gördü, ama bundan da şu an itibariyle en büyük zararı yine kendisi görmüş durumda.
Belki kapatmadan şunu da söylemek lazım: Demin konuştuk, buradan sonrasına devam ederken herkes muhalefetin ne yapacağına bakıyor. Herkesin oraya bakıyor olmasını devam ettirmek hep zorlu bir şey. Miting serileri, imza kampanyası nispeten edilgen kampanyalar. Zaten biliyorsun öğrenciler de ‘’miting’’ lafını da sevmiyorlar. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim: İmamoğlu’nun hapishaneden yayınladığı mesajda işaret ettiği Kanal İstanbul meselesi, yeni bir motivasyon, muhalefete ve itiraz potansiyeline yeni bir ivme kazandırabilecek bir şey olabilir, ki İmamoğlu bunu destekliyor. Zaten daha önce de İstanbul Belediye Başkanı ve daha sonra da cumhurbaşkanı adayı olarak kişisel meselesi olarak koymuştu ve ‘’ben bunu yaptırmayacağım’’ demişti. Şimdi CHP, kendi adayı ve kampanyasını onun adına dışarıda yürüten parti olarak, bu sözün altını doldurursa, bu önemli şeylerden biri olacak.

Ruşen Çakır: Yeni bir mobilizasyon şansı.
Kemal Can: Çünkü anlaşılan, iktidar tıpkı Erdoğan'ın Gezi’de yaptığı gibi, “Çatlasanız da patlasanız da buraya bu bina yapılacak” dedi. Ama sanıyorum şu an o bina yok orada.

Ruşen Çakır:Sanıyor musun? Yok zaten, olsa duyardık.
Kemal Can: İşte sanıyorum.

Ruşen Çakır:Evet, ‘Haftaya Bakış’ı burada noktalayalım. Sırrı Süreyya'ya bir an önce tekrar kaldığı yerden devam etmesi temennilerimizi, sevgilerimizi ve dualarımızı yollayalım. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. Haftaya buluşmak üzere. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
23.04.2025 Transatlantik: İran'la nükleer müzakere | Harvard Trump'a direniyor
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
18.04.2025 19 Mart partileri ve liderleri nasıl etkiledi? | Burak Bilgehan Özpek anlattı
18.04.2025 Haftaya Bakış (263): Cumhur İttifakı'nın geleceği | 19 Mart'ın bilançosu | Kanal İstanbul yeniden gündemde
18.04.2025 Mehmet Şimşek'in koltuğunu kim sallıyor? Ümit Akçay anlattı
17.04.2025 Nezih Onur Kuru yanıtladı: 19 Mart seçmende neyi değiştirdi?
17.04.2025 Troller “CHP’ye kayyum” konusunda neden ve nasıl çuvalladı?
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı